Yaratıcılık ve Ruh Sağlığı
Bir tabloya baktığımda ya da bir şiir, öykü okuduğumda düşünürüm, kelimelerin ya da renklerin bu görkemli buluşması ne çok şey anlatıyor diye. Nereden alıyor bu eserler bu yoğun duyguları ve ifadeleri?
İşte tam da bu noktada eserin yaratıcısının hayatına bir göz atmak gerektiğini gördüm.
İnsanlar erken çocukluk ya da çocukluk dönemlerinde yaşadıkları hayal kırıklıklarını, acılarını, yalnızlığını, korkularını kısaca duygusal yaralarını sarmak için bazen yazıyı bazen de renkleri kullanır. Ruhsal çatışmaların neden olduğu yoğun enerjinin yıkıcı hal almaması için bir çıkış yolu bulabilir kişi böylece kendisine. Bu şekilde duygusal enerji dışarı vurulduğunda insan geçmişin de yasını tutabiliyor belki de.
Örneğin Edgar Allan Poe acıların en büyüğü olarak ebeveyn şefkat eksikliğinden bahsetmiştir. Şiirlerinde ve öykülerinde aşk, ölüm ve güzellik hep bir aradadır. Annesini tüberkülozdan erken çocukluk döneminde kaybetmiştir. Sonrasında ise tüberküloz hastalığı nedeniyle ölmek üzere olan kadınlarla ilişkiler yaşamıştır ve her defasında bu kadınların ölümlerine tanıklık etmiştir. Bu durum şiirlerinde ve öykülerinde sıkça yer almıştır.
Peki ya Salvador Dali. Ölen kardeşinin ismini taşıyan ve ona ikizi kadar benzeyen, ebeveynlerinin ölen kardeşinin yerine koydukları Dali, hayatını kardeşinin gölgesinde yaşamıştır. Ebeveynlerinin kendisini değil kardeşini sevdiklerini söyleyen Dali, hayatı boyunca hep farklı ve aykırı olmaya çalışmıştır. Adeta “ben buradayım ve beni fark edin” der gibidir. Tablolarına bakıldığında yoğun olarak görülen ölüm teması bazen bakanın ürkmesine ya da korkmasına neden olacak kadar belirgindir. Kısaca Dali’nin eserlerine ve günlük hayatına erken çocukluk dönemi travmatik yaşantıların etkisi oldukça fazladır.
Van Gogh, Virginia Woolf, Sylvia Plath, Tezer Özlü, Cesare Pavese yine ruhsal çatışmaları eserlerinde ifade bulmuş sanatçılardır.
Bu sanatçıları hissettikleri derin acı mı yaratıcı kılmıştı? Her travma mağduru, erken çocukluk döneminde ilgi ve şefkatten yoksun büyüyen kişi yaratıcı bir eser ortaya koyamaz elbette ama ruhsal travmanın dışa vurumu olarak işlev gören eserler yaratıcılarının duygusal boşalım yaşamasına aracılık etmiş diyebiliriz. Bir başka ifadeyle ruhsal rahatsızlıklar ve yaratıcılık arasında bir bağ kurmak kişi özelinde ele alınarak değerlendirilebilir diyebilirim. Dolayısıyla bir sanat eserinin sizde uyandırdığı umutsuzluk, çaresizlik, korku gibi duygular her zaman eserin yaratıcısına ait demek mümkün mü? Bazen sanat eserinde kendi acılarımızı da görmemiz mümkün değil mi?